SÖYLENMEYİP SÖYLEYELİM
Başlıktaki söz rahmetli valilerimizden Recep Yazıcıoğlu'na ait bir söz.
Tokat, Erzincan ve Denizli valilikleri yapan rahmetli Recep Yazıcıoğlu çok aktif ve millete dokunan, milletin içinde olan çoğu zaman tebdili kıyafet dolaşıp, tabuları yıkan bir valimizdi.
Kayseri'ye davet edildiği bir programda onu dinleme fırsatım olmuştu. Sözünün bir bölümünde “Bizim millet söylemez ama söylenir.”Demişti.Gerçekten de yerinde bir söz ve tespit idi. Biz de medeni cesaret eksikliği midir nemelazımcılık mıdır ya da gereksiz bir korku mudur bilinmez gündemimize alıp ikili üçlü konuşmalarımızda ya da dükkanda, çarşıda, pazarda, sokakta hatta aile içi ve dost meclislerinde konuşup dile getirdiğimiz, şikayetçi olduğumuz birçok konuyu muhataplarına iletmeyiz, Sözgelimi belediyelerimizin, kaymakamlığımızın, valiliğimizin beğenmediğimiz ya da doğru bulmadığımız icraatlarını bir dilekçe ile ya da telefonla ya da Cimer, Bimer gibi müracaat yolları ile muhataplara iletmeyiz ama bol bol söylenerek havaya konuşuruz. Ama kimse duymaz, bilmez.
Allah rahmet eylesin Salih Safa Yazar diye adam gibi adam bir edebiyat öğretmenim vardı lise yıllarımda. O şöyle derdi “Nemelazım demeyin bana lazım deyin.” Yani toplumu milleti ilgilendiren ve çözüm bekleyen hiçbir konuyu neme lazım diye geçiştirmeyin, sahip çıkın, çözüm için harekete geçin, katkı sunun anlamında tavsiyelerde bulunurdu. Rahmetli hocamın “Yarın deme hemen de.”Tembihi ve sözü de hala hafızamda yerini koruyor.
İnsanımız ve bizler bu ülkenin misafirleri değil sahibiyiz. Acısında tatlısında,iyisin de kötüsünde bizim emeğimiz ve sorumluluğumuz var. Öyleyse memleketimizin misafiri değil sahibi olduğumuzu unutmadan medeni bir insan davranışı ile ülkemizde gördüğümüz her türlü güzel icraatları takdir edip yapanları tebrik etmemiz bir görev ise gördüğümüz yanlış uygulama ve icraatları da yine medeni ölçüler içinde itiraz ederek “Basın yayın, mahkeme, dilekçe” tenkit edip düzeltilmesini istemek de en doğal hakkımızdır. Öyle sokakta, dükkanda havaya konuşup elini kaleme telefona atmadan çözüm beklemek ya da ben yapmayayım başkası yapsın demek gerçek sahiplik değildir. Kısacası söylenmeyip söylemek güzel şeydir.
PARKLARDA MEYVE AĞACI OLMAZ MI
Bugün şehirlerimizin caddeleri, parkları belediyelerimizin gayreti ile güzelim ağaçlarla bezenmiş durumda bulunuyor. Ama her ne hikmetse bu ağaçlar içinde ceviz, kayısı, dut, erik gibi meyve ağaçlarına hiç rastlanmıyor.
Atalarımız dağlara, bayırlara,pınar başlarına dut, erik, kayısı ve benzeri meyve veren ağaçları kurtlar, kuşlar, yolcular yesin diye dikmişler. İyi de etmişler ama bizler nedendir bilinmez hep meyvesiz ağaçlarla parklarımızı, caddelerimizi donatmışız.
Geçenlerde bir arkadaşım anlatmıştı Çin Halk Cumhuriyeti'ne bir seyahat yaptığını caddelerde erik meyveleri gördüğünü gelen geçen insanların bunları kopararak yediklerini söylemişti. Hatta kendisinin de koparmak istediğini alt dallarda kalmadığı için alamadığını durumu gören bir Çinli vatandaşın ona bir poşet erik ikram ettiğini de söylemişti.
Sahi parklarımıza caddelerimize bakımı kolay meyve ağaçları da diksek insanımız hem bu ağaçları tanısa hem de mevsimi geldiğinde meyvelerini hem tanısa hem taze taze koparıp yese olmaz mı? Sanırım olur. Çok kıymetli çalışkan belediye başkanlarımıza selam ve hürmetle duyurulur inşallah.
FACEBOOK YORUMLAR